SDAM SEMİNER ETKİNLİĞİ:
“DOĞU AKDENİZ BÖLGESİNDE İSLÂMÎ HAREKETLER”
Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM), 26 Kasım 2016 tarihinde İstanbul Fatih'teki genel merkezinin seminer salonunda, “Doğu Akdeniz Bölgesinde İslâmî Hareketler” konulu seminer etkinliği düzenledi. Ortadoğu Uzmanı Celaleddin DURAN'ın konuşmacı olarak katıldığı seminerde Lübnan, Tunus ve Gazze merkezli İslâmî hareketlere dair önemli bilgiler paylaşıldı.
Batılı Think-Tank Kuruluşlarının Ürettiği Kavramsal Çerçeveyle İslâmî Hareketler Tahlil Etmeye Çalışılıyor
İslâm dünyasının kendisine ait paradigma, metodoloji ve kavramsal çerçeve oluşturması gerektiğini ifade ederek sözlerine başlayan Duran, “Kendimize ait kavramlarla düşünemiyor, konuşamıyor ve tahliller yapamıyorsak, yeni bir medeniyet inşa edemeyiz. Zira kullandığımız kavramlar kime ait ise, onun düşün, duygu ve inanç dünyasının sınırları içerisinde kalırız. Batılı kavramlarla ve bu kavramlarla örülmüş paradigmalarla İslâm dünyasının sorunlarının isabetli tespit ve çözümü mümkün değildir. Buna rağmen konumuzu da oluşturan İslâmî hareketler, Amerikan-İngiliz-Alman menşeli think-thank kuruluşlarının ürettiği kavramsal çerçeveyle tahlil edilmeye çalışıyor.” dedi.
“Ortadoğu” Kavramı Sömürgeci İngiliz Zihniyeti Merkeze Alınarak Türetilmiştir
Duran, “Ortadoğu” kavramının Avrupa/İngiliz merkezli dünyaya bakışın bir tezahürü olduğuna dikkat çekerek, “İnsan, kavramlardan hareketle kendisini ve çevresini anlamlandırmaktadır. Bu bağlamda İslâm coğrafyasını ‘Ortadoğu' olarak kavramsallaştırmak, İngiliz bakış açısının bir tezahürüdür. ‘Doğu' neresidir, ‘orta' neresidir? Kime göre ‘doğu' ve ‘orta' belirlenmektedir? Hem kendi orjinimizi neden başkasına bakarak tayin ediyoruz? İnsanın konumlandığı yeri, çevresindeki yönlere atıfta bulunarak ifade etmesi abes değil midir? Söz konusu kavramsal yaklaşımlardan sıyrılmadan kendimize ait bilgi üretme sorunumuzu aşmamız mümkün görünmemektedir.” ifadelerini kullandı.
Batılı Yaklaşıma Göre “Ortadoğu” Savaşın ve Kaosun Hüküm Sürdüğü Yerdir
“Ortadoğu” kavramının dolaşıma sokulmasının arka planında Avrupa merkezci düşüncenin yanı sıra başka önemli hususların da bulunduğunu dile getiren Duran, “Kavramlar üzerinden önemli algı operasyonları yürütülmektedir. ‘Ortadoğu' kavramı, zihinlerimizde savaş, kaos, katliam ve geri kalmışlık ile özdeşleştirilmiştir. Örneğin Afganistan ve Pakistan sınır komşusu olmasına rağmen; Afganistan'a ‘Ortadoğu' denilmekte fakat Pakistan Asya ülkesi olarak adlandırılmaktadır. Hakeza Mısır, Kuzey Afrika olurken; Sudan ve Somali ‘Ortadoğu' olarak dillendirilebilmektedir. Görüldüğü üzere bir yerde Batı'nın kaos planı varsa, oraya ‘Ortadoğu' denilmektedir. ‘İslâm dünyası' denilirken de sadece ‘Ortadoğu' olarak ifade edilen ülkeler akla gelmektedir. Endonezya ve Pakistan gibi ‘Ortadoğu' denilen bölgenin yaklaşık iki katı nüfuza sahip olan bölgeler yeterince önemsenmemektedir. Diğer yandan Rusya gibi oldukça fazla Müslümanın yaşadığı alanlar ile İspanya ve Sicilya gibi Müslüman nüfusun hâlâ yerleşik bulunduğu yerler ise tamamıyla göz ardı edilmektedir. Bu bağlamda zihinsel ve mekânsal ufkumuzun daraldığını görmekteyiz. ” diyerek sözlerini sürdürdü.
Lübnan'da İslâmî Hareketlerin Mutedil Duruşları Günümüze Örnek Teşkil Etmelidir
Duran, Müslümanların siyasi olarak hilafet sonrası İslâmî hareketler üzerinden yeni bir düzen arayışına girdiklerini belirterek, “Bu hareketlerin kendi aralarında yöntem farklılıkları bulunsa da, çoğu İhvan-ı Müslimin kökenliydi. Sadece kendi iç dinamiklerine göre bazı değişikliklere gitmişlerdir. Doğu Akdeniz bölgesinde ise, üç İslâmî tecrübe dikkate alınmalıdır. İlki, Doğu Akdeniz'in en önemli merkezlerinden olan Lübnan tecrübesidir. Önceki dönem kaos ve iç çatışma denilince akla gelen Lübnan, literatüre ‘Lüblanlaşma' teriminin girmesine neden olan bir yakın geçmişe sahiptir. Buna mukabil İslâmî hareketler içerisinde Fethi Yeken'in liderliğindeki İslamî Amel Cephesi ile Hüseyin Fadlullah öncülüğündeki Hizbullah hareketinin iç çatışmayı önleyen tutumları ve mutedil yaklaşımlarıyla olumlu neticeler alınmıştır. 1980'li yıllarda işgalci İsrail'e karşı verilen mücadelede, İslamî Amel Cephesi ön plandadır fakat Abbas Musavî'nin genel sekreteri olduğu Hizbullah hareketi mücadeleye destek vermiştir. 2006'da ise, Hizbullah öncülüğünde bir savaş yaşanmıştır ancak İslâmî Amel Cephesi komuta kademesinde yer almamasına rağmen tam destek vermekten çekinmemiştir. Böylelikle para ve silah yardımı başta olmak üzere lojistik destek vererek Sünnî-Şiî ekseninde iç savaş çıkarmak isteyen Amerikancı Sünni yapılanmanın ve İngiliz Şia'sının oyunları boşa çıkarılmıştır. Lübnan'da tecrübe edilen farklılıklara rağmen birlikte yaşama kültürü ve erdemi, günümüzde Suriye ve Irak gibi yerlerde bize örnek teşkil etmelidir.” dedi.
Tunus'ta Nahda Hareketi Askerî Darbeyi ve İç Savaşı Önledi
Tunus'ta iç savaşın yaşanmasına Gannuşi liderliğindeki Nahda Hareketi'nin engel olduğunu söyleyen Duran, “Gannuşi, toplumsal bir hareketlenmenin sonucunda bir devrimle iktidarı almalarına rağmen sistemin bazı yerleşik unsurlarıyla koalisyon kurmaya razı oldu. Bunu Tunus'ta iç savaş ihtimalini önlemek adına yaptı. Zira askeri darbe ve iç savaş sonrası on yıllardır zorlu şartlarda gerçekleştirilen birikim ve yetişen insan unsurunun heba olacağını düşündü. Böylesine sert bir kırılmanın İslâmî hareketler için yöntem tartışmasını da yeniden başlatacağını öngördü. Mısır'daki İhvan'ın genel merkezine bağlı olmakla birlikte, Tunus'un kendisine özgü koşullarından ötürü farklı bir yöntem izlenmesi gerektiği kanaatini bildirdi. Bugün görüyoruz ki Gannuşi, aldığı kararlarla Tunus'ta İslâmî kesimi rahatlattı ve daha geniş düzlemlerde hareket etme imkânını oluşturdu. Dolayısıyla Nahda tecrübesini de göz ardı etmemeliyiz.” diye konuştu.
HAMAS, Filistin'e Yabancı Savaşçı Kabul Etmiyor
Gazze'nin Doğu Akdeniz'in kilit noktası olduğuna ve HAMAS'ın İsrail'e dönük mücadelede isabetli bir tutum izlediğine işaret eden Duran, “Gazze yönetimini elinde bulunduran HAMAS hareketi, dışarıdan İsrail'e karşı savaşacak yabancı unsurları kabul etmiyor. Cihad etme maksadında olanların kendi bulundukları coğrafî mekânlarda bunu yapmaları gerektiğini belirtiyor. Özellikle yakın geçmişte ve günümüzde İslâmî enerjinin bu yolla dışarıya yönlendirildiğini ve bunun olumsuz sonuçlar doğurduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, HAMAS'ın yaklaşımının ne denli isabetli olduğu anlaşılıyor. Bu noktada önümüze önemli bir tecrübe çıkıyor: İslâmi bir hareketin ancak ‘yerli' olmak kaydıyla başarılı olabileceği hususu. Zira Lübnan ve Tunus tecrübesi gibi Filistin tecrübesi de bize gösteriyor ki, ‘katı gelenekçi' bir karaktere bürünmemek kaydıyla ‘yerli' olan İslâmî hareketler ciddi sorunlar yaşamıyor ve başarılı olabiliyor.” dedi.
Duran'ın insan ve fıtrat merkezli İslâmî Hareket anlayışının önemini vurguladığı seminer, soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.