İletişim Bilgileri     Arama

Kudüs Davası ve İslâm'ın Bedevî Problemi

Kudüs Davası ve İslâm'ın Bedevî Problemi

Kudüs Davası ve İslâm'ın Bedevî Problemi

Filistinli Arap Müslümanlar, yüz yıldır siyonizme karşı dururken çevrelerindeki ülkelerin “Arap” olarak bilinen kesimlerinin ihanetiyle yüz yüze kalmışlardır. Bunların en bariz örneklerinden biri, Kudüs'ün ABD tarafından İsrail için başkent ilan edildiği günlerde, bir Bahreyn heyetinin “This is Bahreyn (Bu Bahreyn'dir)” adı altında “hoşgörü ve barış adına” İsrail'e gitmesidir.

Müslümanların İsrail ve ABD Devlet Başkanı Donald Trump'a öfke kustuğu, Malezya Savunma Bakanı'nın “Ordumuz Kudüs için daima hazır” açıklamasını yaptığı bir süreçte; Türkiye, İslâm İşbirliği Teşkilatı'nı toplayıp Filistin'e ve Kudüs'e yönelik somut kararlar almaya çalışırken Bahreyn'in bu tutumu ve bunun Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri'ne uzanan yönü, İslam'ın Bedevî problemi üzerinde durmayı zorunlu kılmaktadır.

“Bedevî”, şehirli bir toplum olan Araplardan farklı olarak “çöl Arabı” diye adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de kendilerinden A'rab diye söz edilir: “Bedevîler ‘İman ettik' dediler. De ki: ‘İman etmediniz. (Öyle ise, ‘iman ettik' demeyin.) Fakat boyun eğdik' deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (Hucurât 14).”

Ayetten anlaşılacağı üzere Bedevî problemi, Hz. Peygamber (S.A.V.) döneminde, İslâm'a teslim olma boyutunda kalmıştır.

Bu problem, Hz. Ebû Bekir (ra) döneminin başında “irtidat” diye adlandırılan dinden dönme boyutuna ulaşmış; Hz. Ali (ra)'nin halifeliği döneminde karşımızda Necid Çölü merkezli bir Haricilik olarak tezahür etmiştir.

Emeviler devrinde “devletin gücünün hissettirilip istikrarının sağlanması için” “vicdandan yoksun” bir asayiş gücü olarak görev yapan Bedevîler, Abbasîler devrinde kitleler hâlinde İsmailîliğe intisap ederek Bahreyn merkezli Karamatîlik olarak (ki Bahreyn Kralı'nın Karamatî kökenli olduğuna dair iddialar vardır) İslâm dünyasını kasıp kavurmuştur.

Bugün Kudüs'ten bahsedilmektedir, oysa Bahreyn merkezli Bedevî Karamatîler, bir zamanlar Kâbe-i Şerif'e hücum etmişler; Hacerü'l-Esved'i alıp çöllerine götürmüşlerdir. Müslümanlar, yıllarca Hacerü'l-Esved olmadan haclarını yaparken Hac yollarını da kapatan Karamatîler, Hac için yola çıkmış Müslümanlardan erkek olanları öldürmüş, kadınları ise cariye yapmak üzere esir diye kaçırmışlardır.

İslâm dünyasını derinden sarsan bu acı sürecin ardından Bedevîler, Haçlıların İslâm dünyasını işgalleri sırasında da Haçlılarla ittifak edip onlara yol göstermiş, Müslümanlara karşı Haçlıların yanında yer almışlardır.

Kudüs'ün fethi için ortam hazırlayan Nûreddin Mahmud Zengî, Bedevî problemine el atmış; ilk hâkimiyet alanı olan Şam bölgesinde Hacılara saldırmamaları, soygun yapmamaları ve Haçlılara haber göndermemeleri için onlara iktalar vermiş, buğday ihtiyaçlarını karşılayıp geçim olanakları sunmuştur. Ancak Şam merkezli alınan bu önlem, Arap yarımadasının tümüne yayılmış olan Bedevîlerin Haçlılarla ilişkilerini kesmeleri ve Nûreddin Mahmud'un devletine katkıda bulunmaları için yeterli olmamıştır.

Nûreddin Mahmud Zengî'den sonra Kudüs Fatihi Selâhaddîn Eyyûbî döneminde de Bedevîler en büyük problemlerden birini teşkil etmeye devam etmişlerdir. Selâhaddîn Eyyûbî ve amcası Şîrkûh'un Mısır'a gizlice girmek için düzenledikleri II. Mısır Seferi, Bedevîlerin Haçlılara haber vermesi yüzünden Haçlılar tarafından bozguna uğratılmış; Selâhaddîn Eyyûbî ve Şîrkûh, yanlarında bulunan Türk ve Türkmen askerlerle birlikte kahramanca direnmeleri sayesinde ordunun imha olmasını önlemişlerdir. Selâhaddîn Eyyûbî, Mısır'a hâkim olduktan sonra bir kısım Bedevî'yi iktalar vererek safına çektiyse de Bedevî problemini aşamamıştır.

Fakih İsa el-Hakkarî, Nûreddin Mahmud günlerinin en önemli âlimlerinden ve aynı zamanda en iyi askerlerinden biriydi. Selâhaddîn Eyyûbî'nin amcası Şirkûh'tan sonra vezir olmasında en büyük pay ona aitti. Selâhaddîn Eyyûbî'nin hem dostu hem danışmanı aynı zamanda kardeşi Zahiruddin el-Hakkarî ile birlikte en önemli emirlerden biriydi. “Mücahid âlimler”indendi; asker gibi kuşanıp ulema sarığını başına koymasıyla ulema kesiminin simgesi hâline gelmiştir.

Selâhaddîn Eyyûbî, Hicrî 573'te 20 bin kişilik bir orduyla Mısır'dan Haçlı istilası altındaki Filistin topraklarına yönelmiş ama Haçlılar tarafından tuzağa düşürülmüştür. Saldırıda henüz çocuk yaştaki oğlu veya yeğeni Takıyuddin Ömer'in oğlu Ahmed katledilmiş; İslâm dünyasının sevilen şahsiyetlerinden, büyük kadı, fakih adam İsa el-Hakkâri ve kardeşi büyük mücahid Zahiruddin el-Hakkarî de çöllerde kaybolmuşlardır. İsa el-Hakkâri ve kardeşi Zahiruddin kayboldukları çölde yollarını bulabilmek için Bedevîlerden kılavuz bulup yardımcı olmalarını istemiş ancak Haçlılarla işbirliğini devam ettiren Bedevîler Selâhaddîn Eyyûbî'nin en iyi adamlarını birkaç kuruş karşılığında Haçlılara satmışlardır. Haçlılar, savaşla elde edemediklerini Bedevîlerin yardımıyla elde etmişler; Selâhaddîn Eyyûbî'nin amca yadigârı, kara gün dostu, büyük yol göstericisi Fakih, düşmanın eline geçmiştir. Bu vaka, Selâhaddîn'in yaşamı boyunca aldığı en ağır darbedir.

Bedevîlerin yaptığı tüm ihanetlere rağmen Selâhaddîn Eyyûbî Bedevîlerle uğraşarak zaman kaybetmemiş; Haçlılarla mücadelesine devam ederek Bedevîlerin yola gelmesini beklemiştir. Fakih İsa, yıllarca esir kaldıktan sonra ancak 60 bin dinar ödenerek serbest bırakılmıştır. Selâhaddîn'in kendisi de bu vakada öylesine büyük bir tehlike atlatmıştır ki kardeşi Turanşah'a gönderdiği mektupta “Ant olsun ki defalarca ölümle burun buruna geldik fakat Allah, sadece olmasını istediği bir iş için kurtardı” demiştir.

Selâhaddîn Eyyûbî Hicrî 575'te Şam bölgesinde iken Bedevîler, Selâhaddîn'den buğday talebinde bulunmuştur. Ancak elde yeteri kadar buğday olmamasına rağmen bu durumu Bedevîlere söylememiştir çünkü Bedevîler buğday olmadığını duysa ve elleri boş dönseler hem yağma yapmaya başlayacaklar, kargaşa çıkaracaklar hem de Selâhaddîn'in gıda stoklarının zayıf olduğunu Haçlılara bildireceklerdi. Selâhaddîn, başka bir çare bulmuş, kendisine yönelen tehlikenin yüzünü zeki bir hamle ile düşmana çevirmiş; Bedevîlere, “Gidin Haçlılara saldırın, onlarda buğday çok” demiştir.

Bedevîler, gruplar hâlinde Haçlı topraklarına saldırmaya başlamış, bu saldırılar Haçlıları rahatsız etmeye başlamıştır. Bedevî talancıları, profesyonel Haçlı Şövalyeleri karşısında varlık gösteremediklerinden sonuç onlar için hiç de iyi olmamıştır. Bu saldırılar sonucu Bedevîlerle Haçlıların arası açılmış, aralarında bir bakıma kan davası başlamıştır. Bu durum, Selâhaddîn'i bir nebze rahatlatsa da Bedevî problemi, Kudüs davasının önündeki engel olarak durmaya devam etmiştir.

Selâhaddîn onlara iktalar verdiği hâlde Bedevîler, korsanlık yaparak hacılara zarar vermeye ve Haçlılara haber götürmeye devam etmişlerdir. Nitekim Arap İslâm âleminin yetiştirdiği en değerli şahsiyetlerden, Selâhaddîn'in danışmanı ve kâtibi Kadı Fadıl, Hicri 576'da Selâhaddîn'in yeğeni ve Şam naibi kahraman Ferruhşah'a gönderdiği mektupta Bedevîler için “koynundaki yılan” demiştir. “Haçlılar güçlüyken Bedevîler vuran el, onların zayıf olduğu dönemde gören gözü idiler.” Haçlı askerlerine yol gösteriyorlar, Haçlı esirlerini çöllerden geçiriyorlardı. Ayrıca Haçlılar hakkında bilgi toplama görevini yapmayıp yolları korumuyorlardı. Sahte isimleri divan defterlerine kaydettirip haksız kazanç sağlıyorlardı. İktalar karşılığında Selâhaddîn'in ordusuna 5.500 at yetiştirmeleri gerekirken görevlerini yapacaklarına, arandıklarında Haçlı topraklarına kaçıyorlardı. İyilikler onları düzeltmeye yetmiyor ama “acı elmayı su ile tatlandırıp yemek gerekiyordu.” Kadı Fadıl, liderlerini tutukla, sözlerinde duruncaya kadar onları bırakma diyordu Ferruh Şah'a. Selâhaddîn, nihayet Mısır ile istila altındaki Filistin arasında yer alan Mısır'ın doğusundaki Bedevîlere tehcir uygulamak zorunda kalmış, onları o bölgeden çıkarmıştır.

Bu kadar uğraşa rağmen Bedevî problemi bitmemiş, Osmanlı döneminde de Bedevîler sorun olmaya devam etmişlerdir. Evanjelistler tarafından kullanılıp ümmetin mühim bir kesimini bir çatı altında toplayan Osmanlı'nın çökertilmesinde rol almışlardır.

Fransız İhtilali'nden etkilenip ümmetçi bir duruştan ziyade ulusçu bir mantıkla hareket eden ve Ümmete Fransız kalan kimi Osmanlı yöneticileri, Bedevîlerin günahını tüm Araplara yüklemiş; Şam'ın, Bağdat'ın Arabının iyiliğini Bedevîlerin İngiliz işbirliği ile örtmüş; sorunu ırkçılığı yaymak için araçsallaştırmıştır.

Batılılar, onlardan “yumuşak güç” olarak istifade edip toplumdan dışlananlara kucak açmışlardır. Müslümanların açığını yakalayıp çaresiz Şam, Bağdat Arabını dizginlerken Necid'in, Bahreyn'in ve Körfez'in kıyılarında bulunan Bedevî ülkelerinin krallarını Müslümanların başına efendi etmişlerdir. Onların desteğiyle “çöldeki çoban, gökdelenler dikmiştir”.

Bu durum bugün Müslümanlar için bir kıyamete dönüşmüş gibidir. Zira mesele sadece askeri ve ekonomik değildir. Bu kesim son yüzyılda Müslümanların yol göstericisi, âlimler diye öne sürülmüş; Müslümanlar, onların bitmez tükenmez atışmalarını, tartışmalarını “dini tartışma” diye görüp, ağlayıp sızlamışlardır. Ama bu arada Ümmetin gençleri onların o doyumsuz iştahına bakıp İslâm'dan soğumuştur.

Bugün birileri mezhebi şu veya bu olan topluluğun yaptıklarını öne sürerek Kudüs davasına zarar vermeye çalışmaktadır. Kudüs gençleri ellerindeki sapanla otomatik silahlara karşı koyarken Bedevîlerin ihanetini gündeme getirerek Müslümanları Kudüs davasında zayıf düşürmek istemektedir.

Müslümanlar, bu oyuna gelmeyecek; Kudüs fatihi Selâhaddîn Eyyûbî'nin yaptığı gibi Bedevîlere ve onların ihanetine rağmen onlarla değil İsrail'le mücadele edecektir. Zira Müslümanlar güçlerini Bedevîlere karşı harcadıkça Kudüs'ün esareti son bulmayacaktır. Kudüs, Bedevîlere rağmen fethedilmiştir; yine fethedilecektir.

(Bu yazı 12.12.2017 tarihinde Doğruhaber Gazetesi'nde yayımlanmıştır.)